Şerefsiz

Arap menşeli Türk malı. Sıfat.

1- Başkasının, birine gösterdiği saygının dayandığı kişisel değerden yoksun olan, saygı gösterilmeyi hak etmeyen aşağılık mı aşağılık, adi mi adi, onursuz mu onursuz kişi, isim, hayvan, bitki. Örnek: "Şerefsiz lafına, 'evet ya bir tane bile Şeref isimli tanıdığım yok' yanıtını veren kişi ne kadar da iğrençtir değil mi Cemil abi? "

2-Toplumca benimsenmiş iyi şöhrete sahip olmayan, toplumsal övgü ve değere lâyık olmayan. Örnek: "Şerefsizlikten geçme faslındayım, Mevla'yı bulma yollarındaaaa"


[Yasal Uyarı: Herkesin ne kadar şerefli olduğunun farkında olan KYH okuyucularının, Başbakan birilerine “Şerefsiz!” diye hönkürünce, “Acaba kimdir bu şerefsiz?” diye merak ettiklerini düşünerekten bu maddeyi sözlüğe eklemeyi gerekli gördük. Ancak içimizden bazıları, aşağıda yazılı ifşaatı sindiremediklerinden “Hacı, kavramın genel anlamını açıklamayıp özele girecekseniz bizi bu olayın dışında bırakın” dediler. (Şerefsizler!) Bundan dolayı sadece, hiç mahlasını almış olan zat kendi adına konuşup kendi “şerefsiz”ini açıklamayı uygun gördü. Kısaca, aşağıda yazılanlar KYH camiasının görüşlerini yansıtmamakla beraber, buradaki ifadeler sadece gönderilen kişi veya kurumun kullanımı maksadi ile gönderilmiştir ve gizli ve/veya imtiyazlı bir şerefsizlik içerebilir. Bu şerefsizliğin izinsiz görüntülenmesi, tekrar gönderimi, yayılmasi veya diğer kullanım şekilleri ya da istenilen kişi dışında herhangi başka biri veya bir kurum tarafından bu bilgiyle ilgili bir dallamalık yapılması çok da sikimizde değildir.]


Başbakan kime mi “şerefsiz” diyor yavrum? Bana diyor!

İşin doğrusu, Ana Mukavemet Partisi, Maslahat Hareketi Partisi, Ana Yavşak Partisi ve hatta Ödemli Daşak Partisi bile “şerefsiz” lafını telaffuz ettiklerinde içim bir tuhaf olur, gözlerim dolar, türlü enfes hislere gark olurum. Hatta hava güzelse “Lan, bütün partiler benim oyu(ğu)mun peşinde!” diye bir paranoyaya kapılırım. Ne de olsa savaş baltalarını çıkarıp linyit kömürü ile yüzleri karaya boyama ve seçmenin taşaklarına üfleme vakti geldi.

Öncelikle “şerefsiz” lafının nereden dilime pelesenk (pezevenk gibi bir şey bu, dilimi pazarlıyor) olduğunu anlatayım. Allah’ın siktir ettiği, muhteşem bir bölgede yer alan bir şantiyede çalışırken akşamları tek eğlencemiz bilardo oynamaktı. O vakitler, ıskaladığım her atış için “Şerrrefsiz” (üç r ile) derdim. O şantiyeden normal hayata dönüşle unuttuğum bu laf, yalnız ve hareketli yeni bir hayata başlayışımla yeniden dilime dolandı. Ancak bu sefer, boşluğa değil kendime “şerefsiz” demeye başlamıştım.

Çünkü herkes muhteşemdi, herkes doğruydu, herkes ahlâklıydı, herkes özeldi, herkes süperdi, herkes cilloptu ve hatta ohşştu!

Kimse eşini, sevgilisini aldatmıyordu; kimse patronuna ya da ailesine yalan atmıyordu; kimse yoldan geçen tanımadığı bir insandan hoşlanıp onunla düzüşmek istemiyordu; kimse bir başka insanın ardından “kötü” düşünmüyor, onların ardından dedikodusunu yapmıyordu. Başkalarını üzecek hareketlerimi kendime itiraf etmek kesmeyince de eşe dosta ifşa etmeye başladım: “Ben şerefsizim!

İnsanlar genellikle ilk karşılaşmada en güzel özelliklerini göstermeye çalışırlar. Ardından da şirinlik muskası olduklarını gösterecek atraksiyonlar başlar: Ne kadar şahane olduğunuzdan dem vururlar, ne kadar umursadıklarını anlatırlar. Onlar iyi niyetli, güzel insanlardır, siz ise muhteşem, süpersonik ve bombastiksinizdir. Kendi güzel özelliklerini anlatırken arada hoş laflarla sizi yağlarlari pırıl pırıl olursunuz yeminle! Hiç olmadı, salak salak sırıtıp merhametinizi emerler. Onların da en az sizin kadar göt olduklarını, ancak aradan zaman geçtikten sonra –muhtemelen zor durumlarda- anlarsınız.

Meselâ; kadınlar kendilerine ilk tanışma zamanlarında duygusal şiirler gönderip / okuyup duran bazı erkeklerin, erkek akranlarına, “Lan bir karı var, çok ince çaalışıyorum. Çok yakında çatır çatır sikeceğim” dediklerini bilmezler. Ya da erkekler karşılarındaki sevgi dolu kadının en yakın (görünen) arkadaşı hakkında “Orospu ya her önüne gelene veriyor, o kadar açılsam saçılsam erkekler etrafımda pervane olurdu” dediğinden habersizlerdir.

Kimse birisiyle tanıştığında, “Bencil ve kaprisli götün tekiyim, ne bok yiyeceğim belli olmaz!” demez. Uygarlık tarihini şu ana kadar sürükleyen ortak bilinçdışımız, en hakiki mürshit olarak bize bunu öğretmiştir. Sadece kendi başımıza kaldığımızda beynimizin tekinsiz kıvrımlarında dillenen ve asla dile dökülmeyen hakikatlerle yüklü olan bir türüz!

Oysa beynimiz, diğer primatlardan farklı olarak (en yakın akrabamız olan şempanzelerde 6.2 milyar sinir hücresi varken, insanda 100 milyar sinir hücresi vardır) eylemlerimizi nesnel açıdan irdeleyebilme yetisine sahiptir. Bu yetiyi yaratan sürece vicdan denir. Vicdan, pek çoğumuzun kendini ikna etmeye çalıştığı üzere, işçi sınıfına üzülmek, sokak kedilerini beslemek ya da dilencilere sadaka vermek değildir.

Vicdan bir süreçtir: Hislerin ve eylemlerin, meydana geldikleri anda veya daha sonrasında değerlendirilmesidir. Bunun yoğun hali suçluluk duygusuna, seyreltik hali de kendini her konuda haklı görmeye yol açar. Belki de adamların binlerce yıldır “Denge! Denge!” deyip durdukları tam da bu noktada gereklidir. (Açıkçası bu doğru mu bilmiyorum, dengeyle işim olmaz. Sadece böyle olduğunu seziyorum.)

Şu ana kadar, kendini hiçbir bokta suçlu görmeyen megalomanları ya da her kötü durumda suçlayan zavallıları gözlemlemişsinizdir (belki de bunlardan birisisiniz). Şunu bilin ki bu ikisinden de başkalarına fayda gelmez: Birisi için dünya, onun etrafında, ötekisi içinse dünya üzerinde dönüyordur. Birisi için piyonsunuzdur, ötekisi için şah! Fakat ikisi de karşısındakini “şey”leştirmesi açısından aynıdır; ikisi de sizin “kale” olduğunuzu görmez. Benim de karşımdakinin kale olduğunu görmediğim pek çok vakit oldu. Fakat ne zaman kendime “şerefsiz” demeye başladım, işte o zaman kendimi de, karşımdaki insanları da daha iyi kavramaya başladım.

Ancak geriye baktığımda, kendime “şerefsiz” dememin bu olumlu tarafı kadar kötü yanını da görüyorum. İnsanlar bunu baştan kabul etmiş görünseler de, sonrasında kendi beklentileri doğrultusunda ilerlemek istiyorlar. Bu olmasa bile, her an kazık yemeyi beklediklerinden algıları bilenmiş bir kedi kadar tuhaflaşabiliyorlar ya da ben kendimle olan hesabım esnasında dengesizliklerimi ayan beyan ifade ettikten sonra, bunları yüzüme vurarak beni yola getirmeye çalışıyorlar. Enteresan durumlar tabii ki! Ailecek çok kavgamız, çok vukuatımız olmuştur...

Oysa, burada adını sıklıkla andığım Kalenderiler gibi tasavvuf erbabı yükselişlerini kendilerini aşağılamakta bulmuşlardı. İnsanlar tarafından ne kadar aşağılık görülürlerse, benlik vehmine düşmekten o kadar uzak kalacaklarına inanıyorlardı. Bir önceki maddede de anıldığı üzere, bu devirde Kalenderileri kimsenin taktığı yok. Ama şöyle özetleyelim: Benlik katı özelliklere sahip, elle tutulur bir bütünlük değildir. Aksine tüm kişisel özelliklerimiz başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler esnasında ortaya çıkar, bunlarla belirlenir.Benliğin bütünlüğü bir kurgudan ibaret ve biz kendi varlığımızı özel kılma adına (ağlaklık da, en az megalomani kadar bu işe yarar) bu bütünlüğe hem kendimizi hem de başkalarını inandırmaya çalışıyoruz.

Herkesin yanında, her zaman yekpare bir benlik mi sergiliyoruz? Bazı insanların yanındayken daha neşeli ve hareketli, bazılarının yanında sessiz ve içine kapanık olmuyor muyuz? Birileri sizin komik bir insan olduğunuzu söylerken, başkaları melankolik olduğunuzu iddia etmiyor mu? Benliğiniz, onu insanlara sunma biçimleriniz ve insanların onu nasıl tanımladıklarıyla belirlenmiyor mu? Böyle yaftalanmıyor mu?

Her vicdani içe dönüşte hem yargılayan hem de yargılanan olduğuma göre; hem şerefsiz hem de namuslu, hem azgın hem de derviş, hem hırçın hem de munis olabilirim. Fakat beni bencil ve şerefsiz bilin, size bir iyiliğim dokunursa bonus olsun bu.

Ha, son birşey: Kendime şerefsiz demem, sizi şerefli yapmıyor!

[KYH Müşteri İlişkileri'nin Özel Notu: Pek muhterem okuyucular, yukarıda okuduğunuz dallamanın itiraf saati tadındaki yazıda geçen iftiralarla uzaktan yakından alakamız olmadığını bilmenizi isteriz. Biz de en az sizin kadar şerefli, namuslu, onurlu, yalan dolandan uzak, iyi niyetli, duygusal, saf, temiz insanlarız. Ancak bu hiç dallaması, bir süredir evde neti kesik olduğundan -muhtemelen kafayı çektikten sonra- word'de yazıp göndermiş. Bu hıyarla ne yapacağımızı inanın biz de bilmiyoruz süper, şahane, muhteşem, hiper okuyucularımız. İyi laf etsek "yalaka" oluyoruz, kötü laf etsek "sadece ben kendime kötü konuşabilirim" diye şarlıyor. Bir de megaloman olmadığını iddia ediyor! Güya megalomanla narsist arasında çok temel bir fark varmış da, var oğlu var anlayacağınız! Kısaca, bu işe yaramaz hıyarın söylediği her şey bu sözlüğü değil, kendini bağlar. Temiz bir dayağa ihtiyacı var aslında. Verecen buna odunu, yer misin yemez misin? O derece! Size sevgili dostumuz, muhteşem şair ve gönül insanı Yaman Sert'in konuyla ilgili şiirinden bir kaç dizeyle veda ediyoruz.]


Dudak Tiryakisi

Dudak tiryakisiyim ben doktor,
Sadece dudak tiryakisi!

Hani güzel bir çift dudak
Gördüğümde her sefer.
İçimde
Deli bir adam uyanıyor,
İtin adı Ömer.
Her şeyi bırakmış bu adam
Sanki dudak yiyerek yaşıyor.

Kızıyor insanlar bana doktor!
Her biri
Bin defa karşıma geçip
Bana ‘sen şerefsizsin’ diyor!
Şerefsizim
Eğer şerefsizsem doktor,
Gel gör ki
Bütün dudakları Ömer yiyor!

Haziran 2006

12 yorum:

Adsız dedi ki...

İtiraz ediyorum! Hiç şerefsiz değildir, sadece şerefsizlik hırkasını giymiştir. Asıl şerefsiz benim.

hiç dedi ki...

Ahanda bir "Kara Murat benim!" etkinliği!
Bayılırım! :)

kupa kızı dedi ki...

En yalan etiketler insanın kendisine yapıştırdıklarıdır. Ha , bu seni şerefli mi yapar sayın HİÇ ? Yeri geldiğinde sende de hepimizde olduğu kadar şerefsiz olma potansiyeli vardır, eminim.
Olumlu ya da olumsuz hiçbir beklentisi olmayan insanlara kadeh kaldıralım :)

hiç dedi ki...

Çok güzel bir yaklaşım sayın Akasya.
Tanışabilir miyiz?

kupa kızı dedi ki...

Potansiyelinizi ne kadar şık kullanıyorsunuz sayın Hiç :)
Böyle bir beklentim yoktu , bonus oldu.

hiç dedi ki...

Fizik bilgim, 2.sınıfın sonunda atıldığım Maden Mühendisliği Bölümü'nden kalma olsa da, potansiyel enerjinin kinetik enerjiye dönüşüme dair birşeyler hatırlıyorum. İleri Düzey Şerefsiz Bilgisi, temel fizik bilgisini bile altına dönüştürebiliyor :)

kupa kızı dedi ki...

İçimden bir ses katalizörlere dahi ihtiyaç duymadığınızı söylüyor. Benim fizik bilgim çok daha eskilere dayanıyor, idare edin . :)

Adsız dedi ki...

ŞEREF SİZSİNİZ

yahut

ŞEREFSİZSİNİZ

demiş şair

ADSIZ DEMEDİ YANİ, şair dedi!

mariadebonne dedi ki...

Bir arkadaşımın daha önce dikkat çektiği, benim de kendisiyle hemfikir olduğum bir husus var konuyla alakalı olarak. Şöyleki "İnsanlar şerefsiz değildir. Sadece bazılarında şeref eksiktir". Bu tip şeref problemi yaşayanların genel eğilimi de ne yazık ki "Bende eksik de, sende çok mu?" şeklinde beyanat vermektir. Oysa yeryüzündeki toplam şerefi toplam insan sayısına bölsek görürüz ki şeref kabul edilebilir bir seviyede seyretmektedir. Bu da inanmayacaksınız ama ısrarla "Onlar da şerefsiz!" diye haykırdığınız kişilerden kaynaklanmaktadır. Ama şeref yaşamsal anlamda öncelikli ihtiyaçlardan biri değildir. Dolayısıyla panik yapmayın, gönlünüzce itleşin. Doğa dengeler onu.

hiç dedi ki...

"şeref"i, "altın"a çevirmişsiniz marya hanım. dünyadaki tüm şerefi toplayalım insan sayısına bölelim,ama it sayısıyla çarpalım hayat bütçe hesabıyla ilerlemiyor. ayrıca "doğa dengeler" meselesinde de: insanların uydurdukları ve toplumdan topluma ve insandan insana değişen bir takım ahlaki değerleri doğanın sikleyeceğini sanmıyorum.

Adsız dedi ki...

bu istatiksel yaklaşımla ne Muhammed Ali olurdu ne Michael Jordan. Senin dediğin o gazoz ağacı hollywood'da olur.

Adsız dedi ki...

bu blog boşlanmasın